Küresel doğurganlık oranları, son yıllarda önemli ölçüde düşüş göstermekte. Bu durum, bazı ülkeleri daha fazla etkileyerek "dünyanın en az doğuran ülkesi" unvanını kazandırmaktadır. Bu ülkedeki bireylerin çocuk sahibi olma konusundaki tereddütleri ve eğilimleri, sosyolojik, ekonomik ve kültürel birçok faktörden kaynaklanmaktadır. Doğurganlık oranlarındaki düşüş, sadece bireyleri değil, toplumları da derinlemesine etkileyen bir durumdur. Peki, bu ülkede neden çocuk sahibi olunmuyor? İşte bu sorunun yanıtları.
Birçok insan için çocuk sahibi olmak, maddi açıdan ciddi bir yükümlülük anlamına gelmektedir. Dünyanın en az doğuran ülkesi olarak bilinen Japonya, genç neslin iş bulma ve ekonomik istikrar konusundaki belirsizlikleri nedeniyle aile kurma konusunda çekingen davranmasıyla dikkat çekmektedir. Çalışma hayatında artan rekabet ve yüksek yaşam maliyetleri, gençlerin önce kariyer hedeflerini önceliklendirmesine neden oluyor. Çocuk sahibi olmanın getirdiği sorumluluklar, birçok bireyi gelecek korkusuyla baş başa bırakıyor. Bu da, genç çiftlerin çocuk sahibi olma kararını ertelemelerine ya da tamamen vazgeçmelerine yol açıyor.
Japonya'da evlilik ve aile hayatının geleneksel yapısına yönelik bir değişim de gözlemlenmektedir. Çalışan kadınların sayısının artması ve iş yerlerindeki cinsiyet eşitliği konusundaki farkındalığın yükselmesi, kadınların evlenme ve çocuk sahibi olma konusundaki görüşlerini değiştirmiştir. Birçok kadın, kariyerlerini ön planda tutarak, çocuk sahibi olmanın getirdiği yükümlülükleri ikinci planda tutmayı tercih etmektedir. Bu da doğurganlık oranlarının daha da düşmesine neden olmaktadır.
Gelişmiş toplumlarda, aile yapısının dönüşümü ve bireysel değerlerin ön plana çıkması, çocuk sahibi olma isteğini olumsuz yönde etkilemektedir. Batı ülkelerinden esinlenen genç nesil, aile kurma ve çocuk sahibi olma konularında daha az geleneksel yaklaşımlar benimsemekte. "Özgürlüğüm" ve "yaşam tarzım" gibi kavramlar, öncelik sıralamasında çocuk sahibinin önüne geçmektedir.
Sosyal medya ve dijital dünyanın etkisi, insanların hayatlarını yeniden yapılandırma şekillerini değiştirmiştir. Gençler, sosyal medya üzerinden paylaşılan hayat tarzlarını takip ederek, kendilerine farklı yaşam hedefleri belirlemektedir. Böylece çocuk sahibi olma fikri, birçok kişi için bir yük haline gelmektedir. Bunun yanı sıra, bazı ülkelerde, evlilik ya da çocuk sahibi olma olgusunun toplumsal baskılarla değil, bireysel tercih ve özgürlüklerle belirlenmesi gerektiği düşüncesi de yayılmakta.
Tabii ki, bu durum sadece Japonya'ya özgü değil. Güney Kore gibi diğer gelişmiş ülkelerde de benzer eğilimler gözlemlenmektedir. Kadınların iş gücüne katılımının artması ve eğitim seviyesinin yükselmesi, aile yapısında köklü değişikliklere neden olmaktadır. İlerleyen teknoloji ve değişen sosyal normlar, aile yapısındaki geleneksel kalıpları sorgulatmakta ve çocuk sahibi olma fikrini yeniden değerlendirmeye itmektedir.
Sonuç olarak, dünyada en az çocuk sahibi olan ülkeler arasında yer alan Japonya, ekonomik, sosyokültürel ve bireysel faktörlerin bir araya gelmesiyle bu duruma gelmiştir. Genç neslin aile kurma konusundaki tereddütleri ve çeşitli yaşam tarzı seçimleri, doğurganlık oranlarındaki düşüşte önemli rol oynamaktadır. Gelecek açısından belirsizlikler içeren ekonomik durumlar, bireylerin çocuk sahibi olma kararlarını ertelemelerine ya da bu kararı tamamen reddetmelerine neden olmaktadır. Bu da demografik yapının geleceği üzerinde büyük etkilere sahip olmaktadır. Ülkeler, bu durumu aşmak için çeşitli politikalar ve teşvikler geliştirme çabasında, ancak toplumsal değerlerin değiştirilmesi ve bireylerin kararları üzerinde bilinçli çalışmalara da ihtiyaç duyulmaktadır.