Son dönemlerde Türkiye’de siyasetin tansiyonu yükselirken, muhalefet liderlerinden birine yönelik gerçekleştirilen saldırı, kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in maruz kaldığı bu saldırı, alana iki açıdan bakmamıza neden oldu: Saldırının arkasındaki motivasyonlar ve önlenip önlenemeyeceği. Özgür Özel, başına gelen olaydan sonra "Tehlike ben geliyorum" mesajının ne denli doğru olduğunu sorguladı. Peki, bu süreçte mevcut tehlikeleri görmezden gelmek mi yoksa derhal harekete geçmek mi daha mantıklıydı?
Özgür Özel’e yönelik saldırının hemen öncesinde, Türkiye siyasetinde yükselen bir gerilim gözlemlenmişti. Özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlar, Özel'in muhalefet çalışmaları ve hükümete yönelik sert eleştirileri, onu hedef haline getirmişti. Yine de, tehlikenin boyutu ve bu duruma karşı neler yapılabileceği üzerine yapılacak tartışmalar, bu tür olayları önlemeye yönelik etkili bir strateji geliştirilmesine katkı sağlayabilir. Toplumun, siyasilere yönelik bu aşırı duyarlılığın tetikleyicileri üzerine düşünmesi elzemdir. Özgür Özel’in yaşadığı saldırı, yalnızca bir bireyin başına gelen bir olay değil; aynı zamanda siyasetin geldiği noktayı gözler önüne seren bir durumdur. Bu tür olayların önlenebilir olup olmadığını sorgularken, geleceğe dair alınacak tedbirleri de tartışmak zorundayız.
Özgür Özel’in yaşadığı olayın ardından, her birimizin aklında aynı soru belirdi: "Bunlar önlenebilir miydi?" Türkiye’deki siyasi iklim, kışkırtıcı bir dil ve düşmanca bir söylemle dolup taşıyor. Bu durum, muhalefet liderlerinin her an bir saldırıya uğrayabileceği düşüncesini besliyor. Bu bağlamda, toplumun bireyleri ve temsilcileri, nasıl bir ortamda yaşadıklarını sorgulamalıdır. Herhangi bir siyasi duruş, bir bireyin yaşamını tehdit edip etmediğine dair değerlendirme yapmakta yetersiz kalıyor. Tehlikelerin hissedilmesi ve buna uygun davranılması, sadece toplumsal bir sorumluluk değil, aynı zamanda bir gereklilik haline gelmiştir. Eğitimden sokak güvenliğine, medya sorumluluğundan siyasi söylemlere kadar birçok faktör, bu tehlikelerin büyümesine neden olabiliyor.
Özgür Özel’in yaşadığı saldırı, siyasetin yanı sıra toplumda şiddetin ne denli yaygın hale geldiğini de ortaya koyuyor. Medyanın kışkırtıcı mesajlar yayması, bireylerde öfke ve düşmanlık duygularını artırarak, toplumda kutuplaşmalara yol açıyor. Dolayısıyla, bu tür olayların önlenebilmesi adına sadece siyasi iradeye değil, toplumsal bir dönüşüme de ihtiyaç var. Siyasi figürlerin ve onların destekçilerinin, şiddet söylemlerine karşı durması ve bu mücadelede toplum tarafından desteklenmesi, öncelikli hedef olmalıdır.
Özgür Özel'e yönelik saldırı, sıradan bir olay olarak geçiştirilemeyecek kadar önemli bir durumu gözler önüne seriyor. Bu tür tehlikeleri hissedebilmek ve bunlara karşı önlem almak, toplumun her kesiminde bir bilinç oluşturmak zorundayız. Saldırının bir daha yaşanmaması için, toplum olarak ortak bir hareket geliştirmek ve sağduyulu bir dil kullanmak şart. Tekrar eden olaylar, toplumsal yapının ne denli tehdit altında olduğunu gösteriyor. Özgür Özel'in durumu, bu bağlamda ciddi bir tartışmanın kapılarını açıyor. Şuydu ki, tehlikeyi önleyebilmek, toplumsal bir irade ve sorumluluk gerektiriyor.
Ayrıca, yasalar ve güvenlik önlemleri ışığında duruma müdahale edebilmek için de sesimizi yükseltmek zorundayız. Eğitim sisteminin, bireyleri şiddetten uzak tutacak bir bilinç oluşturacak şekilde şekillendirilmesi ve toplumun bu bilince sahip çıkması en önemli hedeflerden biri olmalıdır. Nihayetinde, özgürlük ve güvenlik dengesinin sağlanması, sadece bazı bireylerin değil, tüm toplumun mutluluğu için elzemdir.